27 Haziran 2007 Çarşamba

YARARLI BİLGİ

Cep Telefonunun Zararları

Hayatımızın ayrılmazlarından biri haline gelen cep telefonlarından yayılan radyo dalgalarının vücut hücrelerine zarar verdiği, DNA yapımızı bozduğu laboratuvar deneylerinde tespit edildi. Kaliteli telefon ve kulaklık kullanılması tavsiye ediliyor.
Cep telefonu üreticileri ne kadar aksini iddia etseler de bilim adamları cep telefonundan yayılan radyo dalgalarının vücut hücrelerimize ve DNA'mıza zarar verebileceğini deneylerinde kanıtladılar.
DNA üzerinde etkilerin tehlikeli boyutlarda olduğunu belirten bilim adamları radyasyon nedeniyle mutasyona uğrayan hücrelerin kanser riskini beraberinde getirdiğini belirtiyor.
Avrupa Birliği'nin konuyla ilgili kuruluşları, yine de insanların henüz endişelenmesine gerek duyulacakcak bulgulara ulaşılmadığını belirtiyorlar.
Dünya üzerinde 1.5 milyar cep telefonu halen kullanımda. Bu gelecek nesillerin ne kadar büyük risk altında olduğunun göstergesi.
Mobil telefonların etkileşim standardı SAR (Özel Soğurma Oranı) cep telefonunun çalışırken insan vücuduna etkisini belirten bir birim. Cep telefonu baz istasyonuna yakın olduğunda bu değer düşerken uzaklaştıkça artıyor. Uluslararası yönergelerde SAR seviyesinin 2 W/kg olmasının insan sağlığını etkilemediğini belirtiyor. Zaten bu seviyenin üzerindeki telefonların satılması yasak. Ancak bunun her ortamda ölçülüp ölçülmediği bir muamma.
Her ihtimale karşı, telefon alırken SAR seviye test sonuçlarını kontrol etmekte ve kulaklık kullanmakta fayda olabilir.

İNTERNET HABERİ

Kan Bulma Sıkıntısı Tarih Olacak
Bilimadamları, kan gruplarını dönüştürmeyi başardı. Diğer kan grupları “O Rh -” kan grubuna dönüştürüldü.Danimarkalı bilimadamları geliştirdikleri yöntemle kan gruplarını dönüştürmeyi başardı. “AB” ve “B” ile “A” kan grupları, “O” negatif grubuna dönüştürüldü. Bu sayede kan bulma sıkıntısının büyük ölçüde giderileceğine dikkat çekiliyor. Zira “O” negatif kan, ihtiyaç sahibinin kan grubu ne olursa olsun, bünye tarafından kabul ediliyor.Kopenhag üniversitesinden bilimadamları, geliştirdikleri yöntemle, “AB ” , “B” ve “A” kan gruplarını “O Rh” negatife dönüştürmeyi başardı.Danimarkalı bilimadamları, alyuvarlardaki şeker moleküllerini kesmek için bakteriyel enzimleri bir biyolojik makas gibi kullandı. “AB” ve “B” ila “A” kan gruplarındaki şeker moleküleri bakteriyel enzimlerle yokederek “O Rh” negatif kan grubuna dönüştürüldü. “A” ve “B ” kan grubunda iki farklı şeker molekülleri “AB” kan grubundaysa her iki şeker molekülü bulunuyor. “0 Rh” negatif kan grubundaysa her iki şeker molekülü de bulunmuyor.Bilimadamları geliştirdikleri yöntem sayesinde kan bulma sıkıntısının tarih olacağını söylüyor. Zira elde edilen “O Rh” negatif kan grubu, diğer bütün kan gruplarına bağışta bulunabiliyor. Ancak , uzmanlar yeni çalışmalarının hastanelerde kullanılmadan önce insanlar üzerinde denemeler yapılması gerektiğini söylüyor. Uzmanlar henüz Rh pozitif ya da negatif grupları birbirine çeviremiyor.

İNTERNET HABERİ

Dinozorların Yüzme Bildiği Kanıtlandı
İspanya’nın La Virgen del Campo bölgesinde bulunan 125 milyon yıllık fosilleşmiş pençe izleri, etobur dinozorların arka ayaklarını hareket ettirerek güçlü akıntılara karşı yüzebildiğini gösterdi.Journal Geology dergisinin Haziran sayısında yer alan makaleye göre, 125 milyon yıl yaşındaki bu kanıtlar uçmayan dinozor türlerinin yüzebildiğine dair en güçlü kanıtı oluşturuyor.Paleontolog Ruben Ezquerra ve ekibi tarafından yapılan araştırmada yaklaşık 16 metre uzunluğundaki bir patikada “S” şeklinde 12 tane pençe izi bulundu. Bu bölge karada yaşayan dinozor fosillerinin yoğunlukla bulunduğu bir alan olarak da biliniyor.Pençe izlerinin şekli ve aralarındaki mesafenin ölçülmesi, dinozorun 2-3 metre derinlikte yüzerken kendini öne itelediğini ve zemini iterek güç aldığını gösteriyor.Biliminsanları bu yüzme şeklinin bugünkü su kuşlarınınkine benzediğini söylüyor.Uzun zamandır dinozorların yüzme kabiliyetine sahip olup olmadığını araştıran biliminsanları, iki sene önce ABD’nin Wyoming eyaleti sınırları içerisine bulunan eski bir denizde, iki ayaklı bir dinozorun yüzebildiği ihtimalini güçlendiren izler keşfetmişti.

SERA ETKİSİ



Uzun dönemde, yeryüzünün, güneşten aldığı enerji kadar enerjiyi uzaya vermesi gerekir. Güneş enerjisi yeryüzüne kısa dalga boyu radyasyon olarak ulaşır. Gelen radyasyonun bir bölümü, yeryüzünün yüzeyi ve atmosfer tarafından geri yansıtılır. Ama bunun büyük bölümü, atmosferden geçerek yeryüzünü ısıtır. Yeryüzü bu enerjiden, uzun dalga boyu, kızılötesi radyasyonla kurtulur.
Gezegenimizin yüzeyi tarafından yukarıya salınan kızılötesi radyasyonun büyük bölümü atmosferdeki su buharı, karbondioksit ve doğal olarak oluşan diğer “sera gazları” tarafından emilir. Bu gazlar enerjinin, yeryüzünden geldiği gibi doğrudan uzaya geçmesini engeller. Birbiriyle etkileşimli birçok süreç (radyasyon, hava akımları, buharlaşma, bulut oluşumu ve yağmur dahil) enerjiyi atmosferin daha üst tabakalarına taşır ve enerji oradan uzaya aktarılır. Bu daha yavaş ve dolaylı süreç bizim için bir şanstır; çünkü yeryüzünün yüzeyi enerjiyi uzaya hiç engelsiz gönderebilseydi, o zaman yeryüzü soğuk ve yaşamsız bir yer, Mars gibi çıplak ve ıssız bir gezegen olurdu.
Atmosferdeki gazların gelen güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak adlandırılmaktadır.